Enkoji Otera

Enkoji Otera

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Geceyarısı Güneşi

...
Sonuçta, gidersem pek bir şey fark etmeyecekti çünkü Bella beni, dilediğim
şekilde asla göremezdi. Beni asla sevmeye değecek biri olarak göremezdi.
Asla.

Ölü, donmuş bir kalp kırılabilir miydi? Benimki kırılacak gibi hissediyordum.
“Edward.” dedi Bella.
Kapalı gözlerine bakarak donakaldım.
Uyanıp beni burada yakalamış mıydı? Uyuyor gibi gözüküyordu, yine de sesi
çok berraktı.
Sessizce içini çekti ve sonra huzursuzca döndü – hala uyuyordu ve rüya
görüyordu.
“Edward.” diye mırıldandı yavaşça.
Beni düşlüyordu.
Ölü, donmuş bir kalp tekrar atabilir miydi? Benimki atmak üzereymiş gibi
hissediyordum.

“Kal.” diye içini çekti. “Gitme. Lütfen… gitme.”
Rüyasında beni görüyordu ve bu kabus bile değildi. Onunla kalmamı
istiyordu.
Beni saran duygulara isim vermek için uğraştım; ama onları anlatabilecek
kadar güçlü kelimeler yoktu. Uzun bir süre, içlerinde boğuldum.
Yüzeye çıktığımda, önceden olduğum adam değildim.
Hayatım bitmeyen, değişmeyen bir geceydi. Benim için, gereksinim olarak,
her zaman gece olmalıydı. O zaman şu anda, gecemin yarısında, güneşin doğuyor
olması nasıl mümkün olabilirdi?

...

18 Ağustos 2011 Perşembe

Pervane ile Mum


Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?

Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz?

Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikâyesini…

Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir…



'Aşk odu önce ma'şuka, ondan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın…

Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. 


Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltır. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artar, şevki artar, coşkusu artar. Coşkusu arttıkça da cesareti artar.

Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. 


Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.

Kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.


Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür...
Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. 


Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar.


Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek…
________
“Mumun aşkı ise pervaneninkinden farklıdır. Mum başında bir ateşle yanar. Mum içinde ipin ateşini söndürmek için suya ihtiyaç duyar. O su gözyaşıdır. Mum damla damla gözyaşı akıtır ama ateşi söndüremez. Ta ki tükenene kadar. Kendi  akıttığı gözyaşları içinde erir ve gözyaşları içinde boğulur tükenir. İçindeki  ipi de yanar biter ve gözyaşlarına boğulur.
Pervane olmak belki daha kolay. Onun aşkını herkes anlar ama mumun aşkını pek anlayan olmaz. Sevilenlerin âşıklara gönül verişleri gizlidir. Hani Leyla der ya “Mecnun olmak kolay” diye. Leyla’nın aşkı gizlidir. Mecnunun ki ise davulla zurnayladır, aşikârdır.”
________
Ne vakittir karanlığın sultanlığında çaresizce gezinmektedir küçücük bir kelebek (pervane). Akranlarının yanında ufak ve solgun duran kanatlarını kocaman bir tevazuuyla çırparak dolanmaktadır. Bir vakit, aradığını bir türlü bulamadığı bu diyardan uzaklara gitmeye karar verir. Karanlıklardan sıyrılmaktır muradı.
Uçar... Azim yoldaşıdır, umut can ipliği.
Sırrın ardına düşmüştür bir kere, içindeki kıpırtı tayin etmektedir yönünü. Halbuki gittiği yerde ne ile karşılaşacağını bilmemektedir. İşte bütün bu karmaşıklık içinde, gözlerinin ferinin azaldığı bir vakitte, şaşkınlığın fırlattığı hayret oklarıyla çarpılır gönlü. Rüzgâr susar, zaman susar, her şey bu an'da donmuştur.
Yalnız... Adeta karanlıklar içinde yıldızlar gibi raks eden, kelebeğin feri gitmiş gözlerini nuruyla kamaştıran ve ismini bilemediği 'o', uzaklarda bir evin penceresi yanından gönül yakan gamzeler göndermektedir. Bu nasıl bir ahudur anlayamadan kelebek, son bir gayretle kanat çırpar ve süzülür evin penceresinden.
Artık hiçbir şey yoktur. Zira her şey ordadır. Orada, tam karşısında. Neden sonra isminin şem (mum) olduğunu öğrenir. Gayrısı beyhudedir zaten.
Bir mum vardır âlemde, bir de kelebek.
Kelebek aşkının cezbesiyle mumun etrafında dönmeye başlar. Uzaktan uzağa çekingen bir dönüştür bu önceleri. Artık kimse durduramaz onu. Döner, döner. Gözün görme hassası mumun üzerinde düğüm düğüm olmuştur. Hem zaten başka bir şey görmek ne büyük bir saçmalıktır.
Her dönüşte muma daha çok yaklaşmaktadır. Yaklaşır, yaklaşır. Artık kelebeğin ismi pervanedir. Mumun pervanesi. Mum âlem, mum varlık, mum aşk. Bu aşkın meşki dönmektir. Gayrısı boştur, avareliktir.
Pervaneyi görenler derler ki: ey pervane çekil, uzaklaş. Senin o zayıf ve narin kanatların mumun ateşine dayanmaz. Çekil ki, bu mukadder bir ölümdür.
Pervane için başka bir şey yoktur ki duysun söylenenleri. Hem duysa ne gam. O gönlünün devasını bulmuştur ya. Gerisi lakırdı.
Ve öyle bir an gelir ki muma iyice yaklaşan pervane, onun aşkıyla yanan gönlünü bedeniyle beraber ateşine atar. Bir anda yanıp gider mumun ateşinde. Artık pervane yoktur. Sadece sevgili vardır. Pervane, mumda fena bulmuştur. Aşkının devasını bulmuştur. Mumsa sevgilisinin bu yanışına gözyaşları döker dört bir yanından. İşte erimesi de hem aşkından, hem de aşığına ağlamasındandır.
Mevlana'nın şem ile pervanesinde bahsettiği gibi "ben zaten yanmışım" der mum. "seni yanmaktan, cefa ve elemlere düşmekten nasıl kurtarabilirim?". İşte bu yüzden gözyaşı döker ancak. Yanar.
Ne vakit bir evde mum yakılsa, aradan biraz vakit geçtiğinde etrafında dönen bir pervane görülür. Hikâye hep aynıdır. Her mum, pervanenin yanan gönlüdür.
Ve sevgiliye: sende uzakta saadetim, pervanenin ömür saltanatını sahipliğidir.

[alıntı]

16 Ağustos 2011 Salı

Bendeki Sen

Sen misin bu gerçekten
Tanıyamadığım bu ruh senin mi
Senin gözlerin mi bakıyor hâlâ bana
Senin kalbin mi bu hissedemediğim?

Ruhunu okuduğum çocuk
Farklıydı, diyeceğim
Kızacak
Belki de küseceksin
Ama bir bak aynaya

Şimdi ben anlatsam da sana
Nereden bileceksin
Hiç benim gözlerimle bakmadın ki aynaya

-

A.K.

12 Ağustos 2011 Cuma

...

Gitmek gerekir bazen. Bazen gidene izin vermek gerekir. Ne kadar zor olsa da.. İncinmemek, incitmemek için..
Beni sevdiğini bilmek mi daha iyiydi, yoksa beni sevmediğini söylesen daha mı kolay olurdu kalmak..?
Seven nasıl gider? Kalanın külfetiydi sevmek ve unutamamak. Giden ardına bakmadan çekip giderdi. Giden tek bir söz ve bakışı esirger giderdi. Giden başka çaresi olmadığı için değil, gitmek istediği için giderdi.. Sen farklısın, değil mi? Sen hep farklıydın. Severken de farklıydın, giderken de..
Kal sözcüğü dökülmüyor dilimden. Gitme diyemiyorum. Ama gitme..

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Yeni Laptop ile Yeni Hafta

Evet yeni laptop aldım. Beyaz renkte <3 İnşallah uzun süre sağlam kalır diye temenni ediyorum ve yeni laptopuma bir mesaj iletiyorum: "Üzgünüm, bir gün seni de kıracağım. Doğamda var." ...

Facebook'tan uzak duruyorum artık. Hayatımı mahvetti. Yeni nesile acıyorum. Benim hiç değilse 2 senemi yedi, onların durumu daha vahim.

Facebook'tan önce ne yapıyordum? Facebook'tan sonra ne yapacağım? Acayip bi' boşluk. Hem de büyük. Diğer insanlar ne yapıyor peki? Kitap okumak? Film izlemek? Gezmek? Çok zaman öncesinde kalmışlar sanki benim için.. Kendimi yaşlı -gerçekten yaşlı- hissediyorum. Ve yorgun.. (bkz: yeni haftaya yorgun başlamak) (bkz: aslında hep yorgun olmak)

Facebook ve türevlerinden uzak durmak için kendime oyalanacak başka şeyler arıyorum. (bkz: msn ana sayfa) (bkz: ekşisözlük yeniden) (bkz: return of the legend) (bkz: saçmalamak)

Msn anasayfada bir başlık dikkatimi çekti, paylaşayım istedim. İşte yazı:

"Ayakkabılar ve Ayak Sağlığınız!

Yüksek ve Sivri Burun!
Topuğu 3.5 pont, yani 5 cm’den yüksek ve burnu sivri olan ayakkabılar, ayak sağlığınızı ciddi şekilde tehdit ediyor. Bu tür ayakkabılar sürekli giyildiğinde ayak, diz ve bel sorunlarına yol açıyor.

Ortopedik!
Ayak kavisine uyumlu, tabana ve topuğa herhangi bir baskı yapmayan, ortopedik sandaletler, ayak sağlığını korumak için son derece idealdir. Sık sık topuklu ayakkabı giyen kadınların, uygun zamanlarda bu tarz sandaletler giyerek ayak sağlığını korumaya çalışmaları gerekiyor.

Spor Ayakkabılar!
Spor ayakkabılar ayak anatomisine son derece uygun olarak üretiliyor, bu yüzden ayak sağlığını koruyorlar. Ancak burada da dikkat edilmesi gereken nokta, yapılan spora uygun ayakkabı seçilmesi. Yani, tenis ayakkabısıyla koşuya çıkmamak gerekiyor.

Babet!
Bugünlerde çok moda olsa da, çok düz babetler ayak sağlığına zarar verebiliyorlar. Ortopedik olmadıkları için, ayak kavisinde düzleşmeye yol açıyorlar. Ayak bileklerini zorlayıp, bacaklardaki kan dolaşımını engelliyorlar. Ayrıca uzmanlar bu ayakkabıların vücut duruşunu bozduğu için bel ağrılarına da sebep olacağı görüşündeler."

Yaa yaa, işte neden spor ayakkabıdan vazgeçemediğimin ve babetleri bir türlü sevemediğimin cevabı.

5 Ağustos 2011 Cuma

Bu Ne Saçma Bi' Gün Ya!

Deliriyorum. Hayır hayır, delirdim. Evet, laptopumla konuşuyorum.

"Çalışsana yaa! Mal mısın aptal mısın çalış dedim sana beni deli etme!"
"Ben sana herhangi bir şey indirmen için komut vermedim T__T"
"Öldün sen.. Bittin sen.. Bu hafta senden kurtuluyorum."
"Bana bak laptop, eğer bu programı açmazsan senin bütün tuşlarını tek tek söker ekranına geçiririm!"

Evet, şiddet yanlısı bi' insan olup çıktım =_=''
Kimse hayatında bu kadar yavaş ve başına buyruk çalışan bir laptop görmemiştir eminim.
Ama yakında kurtulacağım, en geç bu haftasonuna kadar vakti var, sonra ne yapmak isterse yapabilir. İsterse Google'dan abuk sabuk bişeyler bulup indirebilir ya da akşama kadar Photoshop'u açıp açıp kapatabilir. Artık ilgilenmiyorum. *trip atar*

Sanki başımda yeteri kadar dert yokmuş gibi..

Yok bugün resim filan. Kırık laptopun resmini gösterecektim fakat besbelli bu laptop meşhur olma sevdasında. Çok bekler. *tekrar trip atar*

Kırık kalbimin resmini göstereyim ben size...

Yerde yatan kırmızılı ben. Durmuş seyreden mavili de... D.
Dur bakayım, gözyaşı mı varmış orda? Heh..

*çalışmaya geri döner*

4 Ağustos 2011 Perşembe

Blog açtım heyoo!

Evet ben de blog açtım bugün!

Ne yazacağımı bilmiyorum gerçi ^^' Arada bir günlük yazarım, şiir yazarım, resim paylaşırım belki. Kendinden gurur duyan bir otaku olarak animeler hakkında bilgiler, haberler ve linkler paylaşmalıyım kesinlikle!

Ha bir de ojelerimin resimlerini paylaşmak istiyorum >.< Bir blog görmüştüm çok kıskandım :P Ciddi ciddi oje çılgınlığım başladı. Arkadaşlarımla birbirimize oje gösterip "Bak! Bunun rengi süper! Mutlaka almalıyım!" diyoruz. (Blogun adresini hatırlarsam yazarım burda) (yıllar sonra gelen edit: bahsettiğim blog hangiojeyakismazkibana)

İlk resmimi de göndereyim ^^
"Bleach: Memories Of Nobody"
Senna <3 Ichigo


Ellerinden öperim Tite Kubo :P